Güncel

O’nsuz geçen 79 yılda acaba O’nu yeterince anlayabildik mi?

Atatürk’ü önce tanımalı, sonra anlamalı ve tamamlamalıyız. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk: ” Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir, benim manevi mirasım bilim ve akıldır.” demişti. Bir ülkenin onurunu, saygınlığını koruyarak, nasıl değiştirileceğini, dönüştürüleceğini, nasıl çağdaş ve örnek cumhuriyet haline getirilebileceğini; hem tarih yazarak hem de tarihe not düşerek gösteren Atatürk’ü özlemle anıyor ve arıyoruz. O’nu hissediyor, seviyor ve sayıyoruz.

O’nsuz geçen 79 yılda acaba O’nu yeterince anlayabildik mi? Atatürk’ü önce tanımalı, sonra anlamalı ve tamamlamalıyız. “Gerçek sevgi bilgiden doğar, Atatürk’ü sevmek bilgiden doğmuyorsa değeri yoktur.” Bir his yumağı olan sevgi çabuk eskir ve unutulur. Sevgiyi, köklü olgularla beslediğimiz, kendimize ve yaşam biçimimize uydurduğumuzda ve bir genetik algı haline dönüştürdüğümüz zaman Atatürk’ün özlemiş olduğu düzeye çıkmış oluruz. Kişiliğimizi, bireysel ve toplumsal onurumuzu, uygar yurttaşlardan oluşan çağdaş bir devlet oluşumuzu ve tüm evrensel değerlerimizi borçlu olduğumuz Mustafa Kemal Atatürk’ü, anlatmak çok kolay, anlamak çok zordur. Özellikle de, çağdaş ve evrensel değerlere erişmemiş toplumlarda çok daha zordur. Her ölümlünün sürecini o da yaşadı. Ama 57 yıl süren bu kısa ömür içerisinde yaptıklarının büyüklüğü tartışılamaz. Selanik’te orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mustafa, Askeri okulda Kemal, Sakarya Meydan Muharebesinde Gazi, Cumhuriyet’ten ve DEVRİMDEN SONRA DA Atatürk oldu. Devrimci savaşlarla yücelerek, çağdaş bir devletin kuruculuğuna yükselen Mustafa Kemal’in yaşamında destansı bir öz vardır. İşte bu destansı gerçek, Atatürk’ün yaşamından söz ederken duygularımızın ağır basmasına yol açar. Ne var ki, duygular; toplumsal devinim sürdükçe ve yeni kuşaklar yetiştikçe yıpranır durulur. Kocatepe’de Mustafa Kemal’le birlikte savaşmış, ya da Cumhuriyet Devrimlerini Atatürk’le algılamış bir yurttaşın coşkusunu; bu olayları yaşamamış, kuşakların duymasına olanak var mı? İzmir’in işgali ya da Mütarekenin kara günleri bizlere tarihin derinliklerinde kalmış bir sisli öykü gibi gelmekte. Kurtuluşun kıvancını; o günleri yaşamış ama birer birer tükenerek toprak olmuş insanların, bugün artık atmayan yürekleri gibi algılamak mümkün mü? İşte bu gerçeğin ışığında Atatürk’ten söz edeceğim: Atatürk, yaşamımızın bir parçasıdır. Okullarda, derslerde öğreniyoruz. Siyasetçilerimiz kavgalarını onun üzerinden yapıyorlar. Evlerimizdeki sohbetlerimizde, yaptıklarını ve başarılarını, övgüyle ve destansı bir anlatımla anıyoruz. Ancak ne yazı ki; hep dışımızda tutuyoruz. Bir bohçaya sarıp, evimizin duvarına astığımız kutsal kitap gibi saklıyoruz, kişiliğimizde yaşatmak istemiyoruz. Her birimizin zihninde bir Atatürk olgusu var. Ama bu durağan bir imaj olmamalı. Çin okullarında Atatürk tanıtıldığı için başarılarına hayran oluyoruz. Günlük yaşamımızın içinde sürekli olarak kaldığı, sohbetlerimizin içine sık sık girdiği için de; O’nu her gün yeniden keşfediyoruz. O nedenle de sürekli ve aynı tonda bir öykü kahramanı olarak canlı kaldı. Bugün, her Türk’ün bilincinde; Atatürk unu, yağı, şekeri mevcut, ancak ne yazık ki bu bilinçlerde Atatürk helvasını oluşturabilmiş değiliz. Düşünelim; bir genç olarak, bir yurttaş olarak, bir aydın olarak Atatürk’ü ne kadar tanıyoruz? Ne kadar biliyoruz? Atatürk kimdir? Neler yapmıştır? Neler yaptığı için Atatürk olmuştur? Devrimi nedir? Düzeni nedir? İlkeleri nelerdir? Atatürkçülük nedir? Eğitim, kültür ve ekonomik yaşamlarımızda emirlerine uymaya çalıştık mı? Çağdaşlaşma ilkesine uyduk mu? Uyduk mu çağın gidişine? Olayları Atatürkçü görüşle yorumladık mı? Atatürk’ün söylevini en azından bir kez okuyabildik mi? Ya ; “Şu çılgın Türkleri? “Dirilişi”? Ayrıca aşağıdaki sorulara herhangi bir yanıtımız var mı? Parçalanan bir İmparatorluk, Atatürk gibi bir kişiyi nasıl yetiştirebilmiştir? Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı kararını nasıl verebilmiştir? Kurtuluş Savaşını kazanacağını nasıl ummuştur? Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Özellikle Ege Bölgesinde Mustafa Kemal Paşa’nın hareketinden bağımsız olarak ve daha önce bir direniş örgütlenmiş olmasına karşın, Kurtuluş Savaşının önderliği neden Mustafa Kemal’in elinde kalmıştır? Aleyhinde ve lehinde olanlar, bu soruların yanıtlarını verebilselerdi. Bugünkü trajik-komik durumlar sergilenmez, siyasette, bilimde, ekonomik ve sosyal yaşamlarımızdaki olumsuzluklar sürüp gitmezdi. Dini bilmeyenlerin kendilerine göre nasıl bir dini varsa, Atatürk’ü, çağdaş dünyayı ve çağdaş dünyanın ortak değerlerini kavrayamayanların da kendilerine göre bir Atatürk’ü vardır. 1938 yılında; her insan gibi bu dünyadan göçen ve halkının kalbine gömülen; Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yurttaşı, Türk Ulusu’nu iç ve dış tutsaklıktan kurtaran Mustafa Kemal; bugün Atatürk olarak bilinçlerde ve gönüllerde yaşamaktadır. Atatürk’ü anlamak, O’nu masal gibi anlatmak değildir. Atatürk bir gece, Söğütözü Köyüne iner, yanında İsmet Paşa da vardır. Köylülere, Atatürk’ü tanıyıp, tanımadıklarını sorar. Köylüler hep bir ağızdan: “Göbeğine kadar inen, sütbeyaz sakallı, nur yüzlü birisi,” deyince; İsmet Paşa’ya dönerek: “Kalk ismet, gidelim, buralarda bize yer yok” der. Atatürk’ü anlamak; O’nun yaptıklarını bilerek, O’nun çağdaş aydınlık yolundan gitmektir. Atatürk’ü anlamak; tüm yaşantımızı, O’nun yarattıkları doğrultusunda düzenlemektir. Atatürk’ü anlamak; O’nun aydınlık yoluna baş koymaktır. Atatürk’ü anlamak; rozetlerini, yakamıza takarak dolaşmak değildir. Ama Atatürk’ün amaçlarından uzaklaştırılması da acıklı ve utanç verici bir gerçektir. Mustafa Kemal Atatürk, Türk Ulusu’nu yalnızca geçmişte kurtarmamış; Türk Ulusu’nun, bu gününü ve geleceğini de kurmuştur hatta kurtarmıştır. 16 Mayıs 1919 günü İstanbul’dan Samsuna gitmek üzere Bandırma Vapuru ile yola çıkan M. Kemal Paşa, İtilaf askerlerinin yolda gemiyi durdurup silah ve cephane arayıp, bulamadıkları için Boğaz’dan çıkış izni vermeleri üzerine; yanındakilere: ”Biz Anadolu’ya silah ve cephane götürmüyoruz. İnanç götürüyoruz.” diyerek, UMUT; İNANÇ ve ZAFER azmini ifade ediyordu. “Zafer, zafer benimdir diyenlerindir.” diyen bu genç subayın kişiliği, devrimci düşünceleri, dünya görüşü, vatan ve ulus hakkındaki planları, dünya ulusları ile ilgili düşünceleri; devrime başladığı 40 yaşına kadar, Tüm yaşamını geçirdiği askerlik mesleği içinde olmuştur. Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında; “ Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşında yenilmiş, Ordusu dağıtılmış ve elinden silahları alınmış, koşulları ağır bir ateşkes antlaşması imzalanmış, Ulus yorgun ve yoksul düşmüş, savaşın sorumluları ülkeden kaçmış, Padişah, Kabine ve Sadrazam kendi çıkarlarını düşünmekte ve çaresizlik içindelerler. İtilaf Devletleri ülkeyi işgale başlamıştır. Azınlıklar, Ülkenin ve Devletin parçalanmasına çalışmakta. Yunanlılar İtilaf Devletlerinin tam desteği ile İzmir’e çıkmıştı. Türk Halkı, 19.yy. sonlarında başlayan ve 20.yy. başlarında da süren savaşlardan ve adını söyleyemediği, yerini de bilmediği, cephelere evlatlarını göndermekten perişan olmuştu. ( Galiçya…) Özetle; Türk ulusu Birinci Dünya Savaşının sona ermesi ile Bağımsızlığını, Refahını, Ülkesini, Ülkülerini yitirmiş, korkunç bir gelecekle baş başa kalmıştı. Milyonlarca insanını, vatanlarca toprağını yitirmiş, Türkler öz vatanlarında vatansız kalmıştı. İşte bu koşullarda, yeni bir savaşa kalkışmak ve bu savaş için gerekli örgütlenmeyi yapmak, çetin bir iştir. Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir diyen, özgürlük ve bağımsızlığımızın, sembolü, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın eşsiz Komutanı, laik demokratik ve çağdaş Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk; Dünya tarihine yön vermiş pek çok liderden farklı ve özel bir niteliğe sahiptir. Atatürk, büyük bir asker olmasının yanı sıra, aynı zamanda, büyük bir devlet adamıdır. Ulusal Kurtuluş mücadelesinde, bir yandan askeri stratejiler diğer yandan siyasi stratejiler geliştirip diplomatik taktikler uygulamıştır. Amasya Genelgesinden başlayarak, Milli Benlik ve Egemenlik duygu ve uygulamalarını geliştirmeye çalışmıştır. TBMM’nin açılışı ile birlikte, ”Kayıtsız Şartsız Millet Egemenliği’ni” hâkim kılarak, Cumhuriyete giden yolu açmış, yeni bir devletin temellerini atmıştır. Kısacası, en çetin savaşlardan daha zor olan diplomasi savaşlarını başarıyla tamamlamış, onurlu bir Barış Antlaşmasını imzalamış ve Modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş bir devlet adamıdır. Atatürk büyük bir reformcudur. Gerek kendi düşüncelerini, gerek diğer düşün adamlarının düşüncelerini, belli bir program çerçevesinde uygulamıştır. “Ben Manevi Miras olarak, hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, BİLİM ve AKILDIR. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişmesini inkâr etmek olur… Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçım olurlar…” diyen Büyük Atatürk, toplum ve devlet yaşamının her alanında, her uygulamasında akıl ve bilimi ölçü olarak ortaya koymuştur. Türk Kurtuluş Savaşı tüm olumsuzluklara karşın, Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde, özveri ile KADIN- KIZ –ERKEK; ULUSAL BİLİNÇ VE ULUSAL DAYANIŞMA İÇERİSİNDE, YILMAZ ÇABALARLA VE KAHRAMANLIKLARLA KAZANILMIŞTIR.